Ramazan Ayı’nın sonunda üç günlük Bayram’ı, hakkıyla kutlanması gereken günler olarak yaşayabildik mi?..
Ya da şöyle sormak daha uygun olacak; “Yaşadığımız Bayram mıydı?..” dersiniz?..
*
Konuya “kinayeli” girdiğimizi düşünenleriniz varsa eğer, hemen söyleyelim; “Maalesef yanıldınız…” Düpedüz soruyoruz işte ve “Bayramlar” üzerinde düşünmemizin zamanı geldi de geçiyor bile…
Neden?..
Nedenini açıklamaya geçmeden “Bayram” kelimesinin anlamını anımsayalım isterseniz…
İki anlamı var Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Büyük Sözlüğü’ne göre; birinci anlamı “Kutlanacak gün”, ikinci anlamı da “Neşe, sevinç”miş…
Lafı uzatmadan derli toplu söyleyecek olursak, “Bayram; toplumu oluşturan bireyler açısından, ortak anlam ve değer ifade eden, neşeyle(sevinçle) kutlanılması gereken gün/günler” diyerek açıklamamızda bir sakınca yoktur sanıyoruz…
Toplu yaşamın gerçekleri olan dini inanç ve ulusal değerlerin gereği Bayramların yanı sıra, bu anlayıştan hareketle, bazı özel günlerde de “Bayram Kutlamaları” yapılabilmektedir ki; günümüzde bu türden kutlamaların da “Festival” diye ifade edildiğini, hepimiz biliyoruz. (Bunu şimdilik bir kenara koyuyoruz.)
*
Dünya Haritası’nı masanın üzerine serip dikkatlice bakıldığında, çok özgün bir bölgede yaşadığımızı kolayca anlayabileceğimizi söylemekte yarar var. Kara, hava ve deniz ulaşımı açısından, iklim şartları ve barındırdığı yer altı-yerüstü doğal kaynaklar itibariyle içinde bulunduğumuz bölge, tarihin her aşamasında insanlığın dikkatini çekmiş bir bölge olduğunu öğrenmek de zor olmasa gerekir…
Bu noktada bir soru daha sormakta yarar var; “4 Din’in Peygamberleri’nin de bu bölgeden çıkmış olması, büyük bir ilginçlik midir, yoksa bir tesadüf mü?..” (Üzerinde düşünelim bakalım…)
Durum böyle olunca da bu bölgeden gelip geçen kavimlerin sayısının çokluğunu, savaşların bolluğunu ve sebebini uzun uzun anlatmaya gerek var mıdır dersiniz?..
Bizce yok…
*
Şimdi gelelim günümüze…
*
30 yıldır ülkemizin Ortadoğu’ya sınır bölgesinden gelen “Şehit Cenazelerini durdurmak” adına başlatılan “Barış Süreci”ne bel bağlamanın, akıl ve mantığa yatkınlığı üzerine de kafa yormakta yarar var herhalde?..
Yetmez…
Özgüvenimizi güçlendirmeyi ve vicdani duyarlılıklarımız konusunda da tek tek her birimizin, son derece özenli, gayretli ve sorumluluk sahibi olması gerekiyor. Ki; akıl ve mantığımızı kullanırken özgüvenimiz cesaretimizi, vicdani duyarlılığımız adalet algı ve anlayışımızı diri tutsun. Aksi halde cehaletin kuyusunda boğuşmaktan, “Bayram”ları yaşamamız mümkün olmaz…
Bizi bize bırakmazlar…
Bize “Bayram” yaşatmazlar…
Hoş; akıl, mantık ve bilimsel bilgiden uzak durarak trafik canavarı ve erkek egemen toplumsal değer algı ve anlayışımızla, kadın ve çocuklara uygulanan şiddetle ülkeyi mezbahaya çevirmekte epeyce mahir de sayılırız(!) hani…
*
Öyleyse…
*
Ulusal Bayram’larımızı değer erozyonuna uğratarak, Dini Bayram’larımızı gerektiği gibi kutlayamayacağımızın farkına varabilecek miyiz; varabiliyor muyuz acaba?..
Şu durumumuzla yaşadıklarımıza bakıp; “Yaşadığımız Bayram mıydı?..” sorusuna olumlu yanıt vermenin, hiç de kolay olmadığını söyleyebiliriz. Hem de dürüstçe, cesaretle, yüreklice…
Şu garip ve güzel ülkemizin Yasama’sıdaki etkisizliği, Yargı’sındaki acayipliği ve Yürütme’sindeki komiklikleri de olmasa; gülen yüze hasret, yaşadığımızın “Bayram” olduğunun bile farkında olamayacağız. Bereket siyasilerimizin birbirlerine yaptıkları ziyaret ve “birlik, beraberlik ve eşitlik” için toplumumuza tehdit gibi kutlama mesajları var da; yaşadığımızın “Bayram” olduğunu anlayabiliyoruz…
Geçmiş Ramazan Bayramınız kutlu(!) olsun!..
Efece Haber Gazetesi / 12 Ağustos 2013 Pazartesi - Süleyman Duman
|