"Yaşam" bir insan için, doğum ile ölüm arasında sürecin adıdır; genel bir tanımlama yapmaya kalksak. "Yaşamı tanımak" ise, yaşayan birinin kendi varlığını ve kendi varlığı dışındaki varolanların farkında/bilincinde olabilmekten ibarettir. "Yaşamı tanımak" denildiğinde ise, insan beyninde oluşan algı, yaşam sürecinin her anında gerçekleşen bir eylemlilik zinciridir ki; "Yaşamın şu yanını/boyutunu tanıdım" dediği anda, bir başka yanı/boyutunu tanımaya başladığının, çoğu zaman farkında bile değildir insanoğlu...
İnsan, yaşamı tanıdıkça bilgi ve deneyim sahibi olmakta; bunlarla kendisinin yeni durumunu da daha sonraları fark edebilmektedir ki; "Keşke"leri ya da "Şimdiki aklım olsaydı"larla başlayan cümlelerin altında yatanın, bu "yeni durumun daha sonraları fark edilmesi"nden kaynaklıdır...
Yaşam süreci ilerledikçe "keşke"lerin yerini yavaş yavaş "belki"ler almaya başlar. Normal olarak çalışan bir insan beyininde "keşke"lerin sayısı bu süreçte azalırken, "belki"lerin sayısı, süreçle doğru orantıda artmaya başlar/başlaması gerekir. Fakat bu önkabulün, her insan için geçerli olmadığı gerçeğine de tanıklık ederiz ne yazık ki çoğu kez...
(Unutmamalısınız ki biz ne psikolog, ne sosyoloğuz; ne de tıp alanında herhangi bir uzmanlığımız var. Bu notu bu noktada düşüp, sözümüzü sürdürelim.) İnsan yaşamının gerçeği ile görüntüsü her zaman örtüşemeyebileceği gibi; görüntüye bakan insanın algısı ve doğal sonucu olan bu algıya dayanan yargısı da farklılıklar gösterebilir... Genellikle de öyledir. Örtüşmemenin veya farklılığın oranı da değişken olacaktır kuşkusuz. Marx'ın görünüşün gerçeklikten farkına dikkat çekmiş olması ve "bunlar örtüşseydi bilime gerek kalmazdı" demesi, bu sebepten olsa gerek...
Dünya'ya gelmiş olmak (doğmak), yaşamak zorunluluğu ve sorumluluğu ile dayatır kendini insanoğluna...
Yaşamanın önkoşuluysa "yaşamı tanımak" olduğuna göre, her insanın beyninde sürekli dolaşan en çetin soru; "Yaşamayı bilmek; ama nasıl?.." sorusudur herhalde?.. Bu soruyu şöyle de sormak olanaklı sanırız; "Yaşamayı bilmenin kolay bir yolu/yöntemi yok mudur?.."
Bizce "yaşamayı bilme"yi kolaylaştıran bir çok yol/yöntem vardır elbette ama kolay bir yolu olduğunu düşünmek ve buna inanmaksa, insanı felaketten felakete sürükleyeceğini düşünmek ve buna inanmak gerekiyor herhalde...
Yaşam, olabildiğince karmaşık ve olabildiğince çok boyutlu bakılmayı zorunlu kılan bir olgu. Karmaşıklığın bütününü ne denli az görebilmiş, çok boyutluluğunu ne denli az boyutlarıyla kavrayabilmişsek eğer, yaşamı o denli az tanıyabilmiş, yaşamayı o kadar az bilmiş/becerebilmişizdir anlamına gelecektir...
Yaratıcılığın ve yeniliğin oldukça az, tekrarın yaşam içindeki bolluğunu da dikkate alırsanız; süreç içinde sıkıcı duygu ve düşüncelerin zenginliğinde boğulma risklerinin de bizi bekliyor olması, sürpriz sayılmamalı...
Şimdi geldik "zurnanın zırt dediği" noktaya...
Bu denli meşakkatli yolda yürümek zorunda olan insanoğlu bilgisiz, deneyimsiz ve gayretsiz davrandığı sürece özgüvenden yoksun olacak, işin kolayına kaçacak; "Yaşamı tanımak" ve "Yaşamayı bilmek" konusunda teslimeyetçiliğin kuyusuna yuvarlanması da kaçınılmaz olacaktır. Direngen, mücadeleci bir bakış açısı, sorumluluk duygusu çerçevesinde bir inançla yaşama dört elle sarılan birinin ise karamsarlığa, yılgınlığa ve teslimiyete düşmesi olanaksızdır. Ki; o kişinin yaşamında yeni hedefler zinciri sonunda yenilikler, çabalarının (emeğinin) sonucu yarattıklarıyla anlamlanan ve tatlanan yaşam, daha bir değerli, daha bir yaşanası hale dönüşecektir...
"Yaşamayı bilmek" demek; bilgi ve deneyime dayalı bir "Denge Ustalığı" demektir özetle. Her kişi, "Usta"lığını gözden geçirerek, yaşamın anlamını ve kendi değerini ölçebilir... Toplum da buna "Haddini bilmek" diyor...
(Not: 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nızı kutluyoruz!..)
Efece Haber Gazetesi / 28 Ekim 2013 Pazartesi - Süleyman Duman
|