İnsanoğlu toplumsal yaşama başlamasıyla birlikte, bireyler arasında yaşanan sorunları bertaraf edebilmenin yollarını aramış; bunun için önce “Örf ve Adet Kuralları”, sonra “Ahlâk ve Din Kuralları” ve en sonunda da “Hukuk Kuralları” dediğimiz toplumsal yaşamın davranış kuralarını ortaya çıkarmışlar…
Kuşkusuz bu toplumsal davranış kurallarının ortaya çıkarılmasında, bir sıralama düşünülebilir. Ancak zamanla bu kuralların birçoğu toplumsal yaşama giren yeni “kurallar”a dönüşenleri olduğu gibi, yenisinin içinde yer almasa bile etkilerini toplumsal yaşamın içinde hissettirmeyi sürdürebilenleri de vardır. Bu sebeple çağımızda(günümüzde) hukuk kurallarının toplumsal yaşamda egemen olduğu söylense bile, birçok “Örf ve Adet Kuralları” ile “Ahlâk ve Din Kuralları”, yürürlükteki birçok “Hukuk Kuralları”na rağmen günlük yaşamda kendisini daha baskın hissettirebilmektedir…
Kaçınılmazdır ki; nerede bir kural varsa, var olan kurala uymamanın da bir yaptırımı vardır. “Örf ve Adet Kuralları”nın yaptırımı “Ayıp”tır ve kişilerin toplumsal statü, rol ve güçlerine göre uygulanabilen bir yaptırımdır. “Ahlâk ve Din Kuralları”nın yaptırımıysa “Günah”tır ve dini inançlarına göre dünyevi olmadığından bu dünyada uygulanamazdırlar; yalnızca Allah katında yaptırım söz konusudur. “Hukuk Kuralları”nın yaptırımı da “Ceza”dır. Bu kurallar manzumesinin yaptırımları, bu kuralları yapan Kamu Kurumları aracılığı ile toplumu oluşturan bireylerin iradeleriyle “Yetki”lendirilmiş yetkililerce uygulanabilirler…
Çağdaş Demokrasi’den dem vurulan ülkelerde, “Örf ve Adet Kuralları” ile “Ahlâk ve Din Kuralları”nın yaptırımlarının, Kamu Kurumları’nca uygulanması söz konusu değildir. Toplumu oluşturan bireyler arasında uygulama sertliğine rağmen “Örf ve Adet Kuralları” ile “Ahlâk ve Din Kuralları”nın yaptırımlarının “dünyevi” olmaması durumunun, bireylerin ve duruma göre toplumun duygu ve iradelerinin saptırılmasının(kandırılmasının) kapısını aralayan bir yanının bulunduğu açıktır…
“Örf ve Adet Kuralları” ile “Ahlâk ve Din Kuralları” yaptırımlarının baskınlığına güç kaynaklığı eden şey, pozitif bilimlerle tanıştırılmamış eğitimsiz bireylerin çokluğu ya da eğitim sisteminin bu ölçüler içinde doğru orantılı kalitesizliğidir. Bu açıdan bakıldığında, “4+4+4 Eğitim Sistemi Yasası” çıkarılırken “Dindar ve Kindar Gençlik” hayallerine dair Siyasi İktidar’ın tartışmalarda “uzlaşmaz”(!) tutum ve davranışların anlamını, bugün daha net görebilmek ve anlayabilmek olanaklıdır sanıyoruz…
Bu sebeple, ikide bir “Anayasa Değişiklik Paketleri”nin gündemi işgal etmesi, “Anayasa değişikliği” konusunda “Referandum” tehditlerinin anlamını bilmek ve hafife almamak gerekiyor. Zira yine bilmek gerekiyor ki; “Referandum”a Çağdaş Demokrasi’lerde değil, Otoriter Sistem’lerde daha çok başvurulmaktadır…
Pekiyi… Önlemi nedir?..
Toplumu oluşturan bireylerin “Temel hak ve Özgürlük”lerini güvenceye almak ve vicdanı kısıtlayıcı her türlü uygulamalara, “Temel hak ve Özgürlük”ler çerçevesinde direnmektir…
Aksi takdirde, siyasi iktidarları belirleyen egemen güç/güçler ve doğaldır ki onların siyasi temsilcisi “Yetkili”ler, eylem ve düşüncelerinden dolayı yurttaşları kendi yaptıkları Hukuk Kuralları’na göre yargılayıp cezalandırmak isterlerken; sürekli olarak, yetkilerini kullanmadan doğan kendilerinin karar ve eylemlerinden dolayı “Öbür Dünya”da cezalandırılacaklarını(!) dillendirmeleri boşuna değildir. İşte bu gerekçelerle, Cumhuriyet’imizin inşasında laiklik ilkesi, sistemin iskeletini oluşturmuştur denilebilir…
Ülke yönetimindeki bir siyasetçi, ne denli dini referanslara başvurarak siyasetini uygulamaya kalkıyorsa, yetersizliğinin işareti değilse eğer, mutlaka halkı kandırmaya çalışıyordur denilebilir. Yaşanılanlara, bir de bu çerçeveden bakalım isterseniz; ne dersiniz?..
Efece Haber Gazetesi / 10 Haziran 2013 Pazartesi – Süleyman Duman
|