Yazımın başlığını, belki bugünün ODTÜ’lüleri ile Siyasi İktidarı’na yardımcı olur düşüncesiyle koyduğumu başta belirteyim ki; ola ki okuyan çıkarsa bir faydası olabilsin...
Yıl 1976, aylardan Kasım...
Yaşım derseniz; 19...
ODTÜ’de okuma hakkı kazanmış, kaydımı yaptırmışım. Aynı zamanda «Tarım Teknisyeni» ünvanıyla Memur olarak çalışmaktayım. Yokluk ve yoksulluk, künyemizde yazılıymışçasına içselleştirmişlik her halimizden belli. Doğaldır ki; düşünme sistemimizi ve düşüncemizi de içinde yaşadığımız koşullar belirliyor; hem çalışıp, hem okumanın yollarını arıyorum...
Bulamadım...
Görevimden ayrılıp, Kasım’ın 29. günü ODTÜ’de okula başladığımı dün gibi anımsıyorum...
ODTÜ’deki ortam, o zaman kadar bilip gördüğümüz ortamlardan çok farklı... Arkadaşlarımızın her bakımdan farklılıklarını, bir yandan şaşkınlıkla karşılarken, diğer yandandan sebepleri üzerinde düşünmeye zorluyor beni. Bu duygu, her konuda ve her yanıyla merak duygumu tetiklerken; bilinmezlikte yol almaya çalışmanın yarattığı kuşku ve korkularımı da arttırıyor ister istemez...
Birleştrilmiş sınıfların var olduğu Köy İlkolulu’ndan, kasaba Ortaokulu’na ve ardından Meslek Lisesi’nden gelen bir Köy Çocuğu oluşumuz, paçamızdan akıyor haliyle...
Arkadaşlıklar oluşmaya başlıyor ufaktan. Bir sürü tanımadığımız yazar ve kitaptan söz edip, kitaplar ya da yazarları hakkında sorularla karşılaştığımda bocalıyorum. Oysa ODTÜ’ye gelene kadar arkadaşlarım arasında çok okuduğum için şikayet edilen biriyken, burada ne çok şeyden bihaber olduğumun farkına varıyordum... Yoğun bir okuma temposuna kaptırdım kendimi; açığı kapatmalıydım. ODTÜ’lülere «Kitap Kurdu» derlerdi o zamanlar, alaya almak için; «Kitap Kurdu» olamasam da «Larva» olabilmeye bile razıydım oysa. Dalga geçmeleri umursamıyordum. Yeni yeni şeyler öğrenmekten büyük hazlar alıyordum...
Milliyetçi Cephe İktidarı’nın kılıcının her iki tarafının da keskin olduğu bir süreçte yaşıyorduk...
Daha Ankara’ya geldiğimin üçüncü günüydü. Şimdiki BDDK Binası’nın önünden Tunus Caddesi’ndeki ODTÜ Durağı’na doğru yol alırken, bir grup polis kimlik yoklamasında cebimizden ODTÜ Kimliği çıkarınca bizi eşek sudan gelene kadar ıslattı. Kalabalık bir ODTÜ’lü öğrencilerin koşarak yanımıza gelmesiyle, başta «İstanbul’da meslektaşımızı şehit edenler bunlar işte; gebertin bu piçleri...» diyeni bu kez; «Ortalık tekin değil. Bu saatlerde ortalıkta dolaşmayın; dağılın...» diyordu...
Çok üzülmüş, ilk başta bedenimi sarak korku duygularım, her geçen gün görüp yaşadıklarım karşısında başkalaşmaya başlamıştı. Taşralı bir genç olarak, şaşkınlık, eziklik ve merakla harmanlaşmakta olan okuma azmim, bu türden ikiyüzlülükler karşısında öfkeye dönüşmeye başlamıştı. Kent’i ve Devlet’i böyle algılamaya ve tanımaya başlamıştım...
Bu olayın etkisiyle, bir kaç hafta kente inmediğimi anımsıyorum...
Hafızam bana hala sadakat gösteriyorsa eğer, 45 gün kadar sonra olmalı; Rektör değiştirilmiş (Hasan Tan diye birisi getirilmişti), 2000 civarında kendilerine «Ülkücü» denilen militanlar «İşçi» kisvesiyle ODTÜ’ye sokulmuşlardı. Ankara’nın içinden sonra, artık ODTÜ içinde de huzur kalmamıştı. Hiç kimse kendini güvende hissetmiyordu...
Bunun üzerine Öğrencisi, Öğretim Üyesi, Görevlisi, İşçisi ve Öğrenci Velisi birleşerek, «DİRENİŞ» başlatılmıştı. Bu olay; «Hasan Tan ODTÜ’ye Rektör Olamaz!..» ve «Okumak İstiyoruz!..» sloganlarıyla başlayıp, 1977 yılı Aralık Ayı’nın son günlerine kadar süren, 9 Aylık BOYKOT Olayı diye bilinir...
Hergün kente inen öğrencilerden, işçilerden ve öğretim üye ve görevlilerinden saldırıya uğrayıp yaralanan oluyorken, süreç ilerledikçe ölüm olayları da olmaya başlamıştı...
Birgün, revirde yaralı bir arkadaşıma süt alıp gitmiştim. Canı sıkılmasın diye kasetler de almıştım yanıma; Aşık Mahsuni ve Aşık İhsani’nin kasetleri de vardı arasında. Arkadaşımın yanında 2-3 kız arkadaşımız da vardı. Bir süre sonra, Mahsuni’nin kasetini koymuştum; birden kız arkadaşlarımızdan birisi gülmeye başlamıştı. «Neden?..» diye sordum; çünkü Aşık Mahsuni’nin eserlerini de sesini de çok seviyordum. Kız arkadaşımız özür dileyor; «Daha çağdaş müzik parçaları varken...» diye başlayan cümle ettiğini anımsıyorum sadece. Gerisini dinlemeden çıkmıştım odadan...
Düşünce ve ideoloji nasıl ifade edilirse edilsin; sınıfsal değer ve davranış farkıyla da ilk kez böylece tanışmış oluyordum...
1977 Yılının 2 Aralık’ında yine bir Olay patlak vermiş, tüm ODTÜ Öğrencileri, Rektörlük etrafında toplanmışlardı. «Okumak İstiyoruz!..», «Hasan Tan ODTÜ’ye Rektör Olamaz!..» ve «Faşizme Karşı Omuz Omuza!..» diye sloganlar atılıyordu. Jandarma da slogan atan kitlenin çevresini kuşatmakla meşguldü... Saldırı sonrası Rektörlük’e sığınan sözde «İşçiler» bir yandan el-kol hareketlerii yapıyorlar, bir yandan tabanca gösteriyorlardı. Birisinin hızını alamayıp, cinsel organını pencereden teşhir ettiğine tanıklık etmiştik...
Saatlerce sürmüştü bu gerginlik...
Nihayet Rektörlük binasından kitle üzerinden bir bombanın atılmasıyla, ortalık kan gölüne dönmüştü. 100'ü aşan yaralı vardı. Yaralılar arasından İbrahim Baloğlu arkadaşımız daha sonra hastanede kaybetmiştik...
Akşamında siyasi iktidar sözcüleri; «ODTÜ’de Maocularla Leninciler çatıştı» yalanıyla halka yalan söylüyorlardı...
Fakat, 2 Aralık 1977’deki «Bomba Olayı», «Askeri Darbe olacak» söylentilerini sonlandırdığı gibi, 1. MC İktidarı’nın da sonu olmuştu...
Şimdilerde ODTÜ’nün; «Yol yapımına karşılar...» ve «Türbanlı kızlar, ODTÜ’den kovuluyor...» yalanlarıyla, hedef seçildiğini düşündüren bir sürü kanıta bakıldığında, insanın aklına ister istemez şu geliyor: «Siyasi iktidarlar Tarih’in tekerrür olduğu yanılgısını sürdürürlerken, ODTÜ aklın, bilimin ve çağın akışına ayak uydurmada inat ediyor; direniyor...»
Siyasi İktidarın şimdiden toprağı bol olsun. Tarih böyle diyor...
Efece Haber Gazetesi / 09 Eylül 2013 Pazartesi - Süleyman Duman
|