Zamanın akışınca kesintisiz süren yaşamın, aralıksız değişim ve dönüşüm içinde olduğunun farkında bile değilizdir. Farkında olduğunu söyleyen entellektüellerimiz bile, bu «farkındalık»ı öğün zamanlarında mide refleksiyle yemek zamanını anımsayan birinden farksız davranırlar; çoğu zamanlar. Bu sebeple «algı» ile «bilgi» arasındaki mesafenin farkına varmaya «bilinçlenme» diye bakılsa da, elde edilmiş «bilginin içselleştirilmesi» bambaşka birşeydir oysa...
Arife’yle başlayan Bayram’larımızda da bilinç durumumuz, bundan farklı değildir...
Bayramlarımız (Dini ya da Milli olsun); insanlarımızın inanç ve moral değerlerinin yoğunlaştığı ve anımsamaların tazelendiği, özel zaman dilimleridirler. Her Bayram’ın kendine has anlam ve önemi ile bunlara uygun ritüellerinin olması doğaldır...
Toplumu oluşturan bireyler, böylesi zaman dilimlerinin (günlerin) anlam ve önemini, ne denli içselleştirmiş iseler, o denli ritüellerinden davranış kalıplarına varana kadar, yaşamlarında eğreti durmayan bir bütünlükle yaşamasını becerebilmişlerdir. Yaşanan çağa ve üretilen bilgi ve sağlanan bilgi birikimi sonucu gelişen teknolojiler karşısında bocalamalar, zorlanmalarla karşılaşsalar dahi, iç dünyalarında yüklü bu günlere dair anlam ve önem konusunda asla birşey kaybetmezler. Biçimsel değişimlerin, zamanın koşullarıyla uyumlu hale dönüştürülmesini başarmanın anahtarı da, iç dünyalarında yüklü değerler konusundaki bağlılığın, içtelik derecesiyle yakından ilişkili olduğu düşünülmelidir. Bu ilişkiyi de «vicdan» kavramıyla açıklayabiliyoruz çoğu kez...
Japon halkının moral değerlerine bağlılığı, gelişen ve değişen koşullara rağmen bu bağlamda sürdürebildikleri tutarlılıkları, buna en iyi örnektir denilebilir...
Ya bizde durum nedir?..
Ağzını açan her «önde gelen»imiz(!); «Ülkemizin yüzde 99’u müslüman olup...» diye başlayan «hamaset»le, yıllar yılı insanlarımızın kafasını ütülemiş; «duygu» ile «vicdan» arsındaki «mantık» bağını koparmayı başarmış(!) görünüyorlar. Doğaldır ki; «bilgi»den yoksun «duygu»nun «niteliksiz»liğine ek olarak, «vicdan» ile «mantık»sal bağın yoksunluğuyla «içtenlik»in yerle yeksan olacağı ortadadır ve bugün yaşananlar da bunun ta kendisidir...
Söylediklerimiz gözlemlerimize dayanıyor elbette. Bunlara yaşam pratiğinden örnekleyecek olursak, hiç de zorlanmayacağımız ortadadır...
Dini Bayramların toplumumuzun inanç değerlerinden kaynaklı geleneklerinin gereği, gerek ekonomik, gerekse kültürel değer aşınmasından kaynaklı büyüklerin ziyaret edilmesi, fakir-fukaraya, garip gurabaya yardım edilmesi vb. ritüeller uunutulmuş; birer dinlence(tatil) günlerine dönüştürülmüşlerdir...
İnancın gereği davranış kalıpları da değişmiş, adeta birer «inanç müsabakası»na dönüştürülmüş şov programlarından farksızlaşan gariplikleri yaşar olmuşuz...
Öyle ki; en çok yolsuzluk ve düzenbazlığın yaşandığı bir sürece tanıklık ediyoruz...
Öyle ki; en fazla resmi yetkili ve etkililerin Hac Farizası’na gittiği gerçeğiyle, vicdanların kanadığı dillendirilmekte...
Öyle ki; her türlü çocuk istismarından, kadına yönelik şiddetin tavan yaptığı bir süreçte; değil tek tek insanların vicdanında bir kıpırdanış, yargı organlarında bile akla zarar kararlar çıkabilmektedir...
Adeta, yasaklanmaya çalışırcasına kutlanamayan Ulusal Günler’den bile söz etmedik daha...
Tüm bu yaşananlar karşısında barkotlu biletlerle maç izlemeye gelmiş futbol seyircisi gibi, izliyoruz olanları yalnızca...
Konuşanlar ise; Arife’den sonra Bayram’ın geleceğini bilmeyenler çok da, Arife’ye Bayram’ı beğendirmeye çalışan «aracı»(!) gibiler...
Durumumuz budur, bu Kurban Bayramı’nda; ister gülün, ister ağlayın gayrı...
Efece Haber Gazetesi / 16 Ekim 2013 Çarşamba - Süleyman Duman
|