Duygu ve düşüncelerimizi ifade etmede kullandığımız “kelime ve kavramlar”ın önemlidirler. Çünkü yaşam içinde kimliğimizi, kişiliğimizi, yaşamdan algıladıklarımızı; duygu, düşünce ve tavrımızı, yaşama karşı tutum ve duruşumuzu karşımızdakilere aktarmanın tek aracıdırlar. Kuşkusuz, beden dili gibi başkaca yardımcı araçlar olsa da, insanlar arası iletişimin iskeletini, “kelime ve kavramlar” oluştururlar…
“Kelime ve kavramlar”ın önemi bir boyutuyla, kullananın kapasitesi, kelimeler ve kavramlar açısından dağarcığının zenginliğine ve onları kullanma yeteneğine bağlıdır…
Yeter mi?..
Yetmez…
Diğer boyutuyla da muhatabının durumunu gözardı etmemek gerekir. Hiç kuşku yok ki; kelime ve kavramları kullanan için söz konusu olan ölçütler, muhataplar için de söz konusudur…
Nasıl ki; çok zıplayana “Güzel oynuyor” denilmiyorsa, çok konuşana da “Güzel anlatıyor” denilemeyeceği gibi…
“Kelime ve kavramlar” da birer canlı organizmalar gibidirler; akan zaman içinde gelişir ve içerik bakımından değişebilirler de
…
Yaşanılan olayların algısı, yaşayan kişiye göre değişir. Yaşanan gerçeği yüzde yüz algılayabilen kişinin varlığını düşünmek, hiç de gerçekçi olmaz. Çünkü yaşanan gerçeği yüzde yüz bilebilmek ancak, kâinattaki tüm gerçeğin farkında; bilincinde olmakla mümkündür…
İşte bu noktayı kavrayamama durumu, sosyal ilişkilerde sorun yaşatmaya başlar. Her kişi, yaşadığı olayları kendi algıladığı kadarı ve biçimiyle ifade ederek, muhataplarınca ifade edebildiği kadar ve ifade ettiği biçimiyle kabul edilme beklentisi içinde olacaktır…
Oysa muhatabında bu durum ya yetersiz ya da aşkın bir seviyede algı oluşturması kuvvetle muhtemeldir. Bu algı farklılığı, anlama farklılığını; en nihayetinde de düşünce ve yargı farklılıklarının temelini oluşturmaktadır…
Kişinin yaşam deneyimi, eğitimi, zekâ ve beceri düzeyi, iletişim biçimi ve zaman gibi faktörleri de dikkate almayı unutmadan ama…
Ülkemizde yaşanan siyasi olaylara ilişkin siyasetçilerimizin, başta medya mensubu olan aydınlarımızın ve nihayet yurttaşlarımızın görüş ve yorumlarını bu çerçevede düşündüğümüzde; bilgi birikimi fazla ve yaşam deneyimi zenginliğine sahip insanların kızdığına ve sinir bozukluklarına tanık oluruz; oluyoruz da…
Bunun iki ana sebebi ve sonucu var. İktidar koltuğunda olanları ve taraftarlarını, olayları ifade ettikleri biçimiyle kitlelerce algılanmaması halinde kızdırdığı gibi; farklı algılayanlar için de İktidar mensuplarına karşı kızgınlığın arttığına tanıklık ediyoruz. Doğaldır ki; taraflar birbirini yalancılıkla, olayları çarpıtmakla, cehaletle vb… gerekçelerle suçlayabilmektedirler…
Oysa bir de bilgi birikimi fazla ve yaşam deneyimi zenginliğine ek olarak yetenek sahibi olanlar var ki, bunlar “Sanatçılar”dır, “Mizahçılar”dır; olayları gerçeğe en yakın biçimiyle algıladıklarından, geleceğe dair hep bir umut ve güzellikler üretme gayreti içindedirler. Kızgınlık ve öfke histerisinin zerresini bu tiplerde göremezsiniz. Kindarlık duygusu şöyle dursun, ağızlarından olumsuzluk çağrışımı yapacak tek kelime bile çıkmaz. Bilirler ki; kâinatın herhangi bir yerinde değişen bir şey, her şeyi değiştirir…
Kitlelerin ısrarlı direnişi ve talepleri karşısında, iktidarların direnişinin kendi sorumluluk faturalarını kabartmaktan başka hiçbir sonuç getirmeyeceğini tarih sayfaları söylemektedir…
“Öyleyse; iktidarların direnç göstermesinin sebebi nedir?..” diye soracaksınız değil mi?..
Hemen söyleyelim: Gerçek acıdır ve kabullenilmesi zordur…
Efece Haber Gazetesi / 08 Temmuz 2013 Pazartesi - Süleyman Duman
|