Efece Haber Gazetesi’nde aşktan-meşkten yazacağımıza söz vererek başlamıştık yazmaya ama ülkemizde yaşanılanlar ister istemez beynimizin pusulasını sapıtıp, yoldan çıkmamıza sebep olsa da o sözümüzü unutmuş değiliz. Hem unutmaya kalksak bile, o takdirde de ne Yahya Efe Ağabey’imizin ne de Değerli Kardeşim Muhsin Akıl’ın dilinden kurtulamamak riskini göze alabilecek kadar dayanıklılığa sahibiz…
Gelelim saadete…
“Aşk” kavramı, genel olarak “Boş gezenin boş kalfası” şahsiyetlerin ağzındaki “sakız” olarak algılansa da, bu durum gerçeği yansıtmaz. Olsa olsa, fiziksel üretimden çok, beyinsel üretim içindeki insanların, yani entelektüellerin düşüncelerini açıklamada “aşk” kavramına sıkça başvurma gereksinimi duymalarına bağlamak bize, daima daha mantıklı gelmiştir. Doğru mudur?.. Eğri midir bu algımız?.. Bunu da artık siz test edeceksiniz…
Ünlü Halk Ozanımız, Rahmetli Aşık Veysel’e sormuşlar; “Aşk nedir?..” diye…
“Bir erkekle bir kadın birbirini severler ama kavuşamazlar; aşk olur…” diye yanıtlamış…
Bu yanıt, güncel gerçeği yansıtmakla birlikte, “aşk”ın bütüncül içeriğine sahip bir tanımlama da değildir. İçerdiği güncel gerçek, söylendiği zamanın Anadolu’sunda, toplumun moral değerleri başta olmak üzere; eğitiminden kültürüne, üretim ilişkilerinden siyasal sistemine ilişkin yapısal durumu ve seviyesini, genel hatlarıyla yansıtıyor olmasındadır. Yani, toplumun düşünce yapısını belirleyen üretim tarzı ve ilişkilerindeki belirleyici özelliğin, fiziksel gücün egemen olduğu bir süreç olduğunu söylemek mümkün…
Zamanla ülkemizin her alanında yaşanılan gelişmeler karşısında, düşünsel emek ve yaratıcılığın kendini hissettirdiği oranda, toplumun yaşam tarzında ve iletişiminde duygu temelli kavramlara daha çok gereksinim duyulur olmasından doğal ne olabilirdi ki?..
Ve “aşk”tan; günlük hayatımızda daha çok söz edilir olmaya başladı…
“Leyla ile Mecnun Efsanesi”yle başlayıp, “Kerem ile Aslı”, “Ferhat ile Şirin” vd… ile devam eden Aşk Muhabbetlerinin “Aşk-ı Mem-nu”ya evirilişini anlayabilmek; ancak “Aşkın Diyaleytiği”ni bilebilmekle olanaklıdır…
Çok mu “köşeli”(!) laf ettik yoksa?..
Ne yapalım?.. Söze girdik bir kere; çaresiz(!) sürdüreceğiz artık…
“Diyalektik” nedir öyleyse?..
Tembellik yapıp, TDK Büyük Türkçe Sözlüğü’ne bakıp aktaralım isterseniz: “Gerçekliği ve onun çelişmelerini incelemeye yarayan ve bu çelişmeleri aşmayı sağlayan yolları aramayı öngören akıl yürütme yöntemi.” Aynen böyle. Özetlersek, “… çelişkiler(sorunlar) karşısında aklı kullanma yolları” demek yanlış olmaz sanıyoruz…
“Aşkın Diyalektiği”ne gelirsek; her yanı, her boyutu çelişkilerle doludur…
“Haydaaa!..” dediğinizi duyar gibiyim…
Daha önceleri yazdığımız gibi; “ ‘Hoşlanma’yla başlayan ‘aşk’, ‘sevgi’yle yol alır’… ”
dememiş miydik? Ve “ ‘Aşk’; hoşlanmayla başlayan sevginin hastalıklı(marazi) halidir” diye de eklemiştik, değil mi?..
“Sevgi”ye dair söylenmiş en “beylik” bir cümle üzerine birkaç lafla noktalayalım yazımızı…
“Sevgi, paylaşıldıkça çoğalır” derler; bilirsiniz. Buna bir de bizim “marazi hal”i eklediğinizde; tam bir çelişkiler yumağı olmaz mı?..
Haydi!.. Çalıştırın bakalım aklınızı. Aşkınızın Diyalektiği’ni kendiniz yaratın. Onu da başkalarına bırakmayın…
Sizlere kolaylıklar diliyorum…
.
Efece Haber Gazetesi / 27 Ağustos 2012 / Pazartesi – Süleyman Duman
|