GÜNEŞİN acımasızca ortalığı kavurduğu Ağustos sıcağında, işgalleri altında bulunan Anadolu bozkırındaki karargahının önünden, ulaşmak için üç yıldır çaba sarf ettikleri Ankara’ya doğru yılgın şekilde bakan Yunan Orduları Baş Komutanı Nikolas Trikopis'in yanındaki subaya;
“Bizim menfaatimiz Balkanlarda, Makedonya’da, Adalarda olabilir. Anadolu’dan bize ne? İngiltere’nin oyununa alet olarak boş bir hayal peşinde koşuyoruz. Hem bizden hem de hiç bir suçu olmayan Türklerden binlerce insan öldü. Tarih bu büyük hatayı affetmeyecek..” demesinin üzerinden 90 yıl geçmişti ki bu kez Ankara'dan başka bir ses yükseldi;
Başbakan Erdoğan ile CHP’nin sözleşmeli genel başkanı Kılıçdaroğlu arasındaki geleneksel danışıklı atışmada sıra kendisine gelen Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın geçen hafta parti grubunda yaptığı 46 dakikalık konuşmanın 45 dakikasını CHP ve kendisine ayırdığını belirterek “Hani CHP’nin durumu kötüydü, niye bu kadar bahsediyorsun? Trikopis bile İnönü’yle bu kadar uğraşmamıştı..” dedi.
Dedi demesine de, keşke Trikopis yerine, İnönü’yü Lozan’da terleten Lord Curzon’u örnek verseydi..
Tamam, kabul ediyorum, Yunanlılarla fiziki olarak savaşmış olabiliriz, ancak kağıdı olarak (Bu sözcük bana ait, kimse sahiplenmesin “kağıt üzerinde” manasına geliyor) perde gerisinde İngilizlerle savaştık.. Zira Yunanlılar bu olayda onların kuklası durumundaydılar.. Zaten 46 ciltlik İngiliz Gizli Belgeleri deşifre edildiğinde oyuna geldiklerini kendileri de kabul ettiler..
Trikopis hakkında uzun süredir gerek Türk ve gerekse Yunanlı tarihçilerin düşüncelerini içeren yayınlar ile yine Trikopis'in kendi anılarından yola çıkarak yaptığım araştırmalarda ortak noktaları cımbızladım, buna göre;
Trikopis, hassas iç dünyasını askerlik mesleğinin çelik iradesiyle bütünleştirmeyi becerebilmiş Yunan ordusundaki en disiplinli komutan. Bu özelliğini savaş sırasında Türk kadınlarına tecavüz eden, ya da yoksul Türk insanının malını gasp eden Yunanlı askerleri gözünü dahi kırpmadan kurşuna dizdirmesinden, büyük taarruz sırasında bozguna uğrayan Yunan ordusunun köy, kasaba, şehir demeden yaka yıka İzmir'e doğru kaçarken askerlerine “Durun, yapmayın, savaşı kaybetmiş olabiliriz, ama bu şekilde davranmak bize yakışmaz” diyerek engellemeye çalışmasından anlıyoruz.
Gerçi günümüzde Ali Kemal’in izinden yürüyen bazı satılık kalemşorlar İzmir’i Atatürk’ün yaktırdığını söylüyorlarsa da siz bakmayın onlara.. Atatürk’le alıp veremedikleri nedir bir türlü anlayamadım.. Bugün halen ezanlar okunuyorsa Atatürk sayesinde değil midir? Yoksa icraatları ile inançları tezat oluşturan bu kişiler çan sesleri mi duymak istiyorlardı?
Zincirlerini kırarak bendini yırtıp aşan Türk Ordusu karşısında daha fazla dayanamayacağını anlayınca Dumlupınar önlerinde 300 subay ve binlerce askeriyle birlikte teslim olan bu komutan Atatürk’ün önüne çıkarıldığında büyük önder tarafından kendisine;
“Üzülmeyin general, siz görevinizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte yenilmekte vardır. Napolyon da savaş kaybetmiş ve tutsak olmuştu. Size karşı büyük bir saygı besliyoruz. Burada kendinizi tutsak olarak addetmemenizi rica ederim. Konuğumuzsunuz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, istirahat edin” deyince, o anda ölene dek sürecek olan Atatürk hayranlığı başlayan Trikopis, bir yıl kalacağı Kayseri’nin Talas mevkiindeki esir kampına gönderilir.
Ancak burada ince bir nokta vardır. Her zaman için geleceği görme yetisine sahip Atatürk, kendisine saygı duyduğu bu komutanı o an için serbest bıraktığında Yunanlı ihtilalciler tarafından idam edileceğini tahmin ettiğinden serbest bırakmamıştır. Keza Yunanistan'da general Hacıanesti, başbakan ve bazı bakanlar yenilgiden sorumlu tutularak kurşuna dizilmişlerdi.
Sular durulduktan sonra Yunanistan’a dönen Trikopis yargılanır ve görevine iade edilir. 1928 yılında da kendi isteğiyle emekli olur. Partilerden yapılan milletvekilliği tekliflerini geri çevirir. Zira onun tek isteği yeni bir savaş görmeden kalan ömrünü barış içerisinde geçirmektir.
1952 yılında bir Türk gazeteciyle evinde röportaj yaparken gazetecinin salondaki Atatürk portresi dikkatini çekince sorduğunda aldığı cevap manidardır;
“Anadolu harekatı bir hata idi, hem de büyük bir hata. Ben öyle bir lidere esir düştüm ki, o hem Türkler, hem de benim için eşsiz bir insan. Ona tüm dünya gibi bende saygı duyuyorum. Ancak böyle bir lidere boyun eğebilirdim ve öyle de yaptım. Resmini çerçeveletip salonuma astım. Belki inanmayacaksınız ama sabah resmin karşısında onu başımla selamlamadan güne başlamıyorum..”
Sadece bu kadar mı? Her 10 Kasım ve 29 Ekim’de Atina’daki Türk Büyükelçiliğinde yapılan törenlere davet edilmemesine karşın sürekli gitmiştir.
Nikolas Trikopis 1959 yılında Atina’da 91 yaşında ölünce Türk Yunan dostluğunun temel direklerinden birisi yıkılmış olur.
Sonuç olarak;
Çıkarları uğruna Atatürk'e dil uzatıp bu eşşiz dehayı sevmediğini her fırsatta yinelemekten çekinmeyen nankör insanlaradır sözüm,
Trikopis kadar olamadınız…
|