Zaman tüneli kavramı bugün internet dünyasının bir parçası oldu. Oysaki ‘zaman tüneli’ doğal yaşamın ötesinde ‘hayal’ ve‘rüya’ ile doğru orantılıdır. Hayaller olmasa gelecekle ilgili kurgularımız boşa giderdi! Rüyalar olmasa uykularımızın tadı-tuzu kaçardı. Şimdi de internet dünyasında zaman tüneli..! Yani, ‘hayal’, ‘rüya’ ve ‘sanal alem’ üçlüsü içinde zaman tünelinden çıkmak için ve zaman tüneli yolculuğunda kendimizle hesaplaşmaya ne dersiniz?!
Umutlarımızın tükendiği anda imdadımıza koşuyor rüyalar, hayaller ve sanal alem… Umutlarımızın tükendiği anda ‘umut’ oluyor yaşamın sınır ötesindeki üçlü kurgu… Umutlarımızın tükendiği anda ‘rüya’, ‘hayal’ ve ‘sanal alemle’ yeniden doğuyoruz. Ve yeni bir güne ‘merhaba’ diyoruz.
Yaşamak ölümün ön kapısı! Ölüm ise yaşamın arka kapısı! Ön ve arka kapı arasında ise ‘ömür’ var. Bir adı da yaşam..! Zaman tünelinde yapacağımız yolculuğu ‘hayal’, ‘rüya’ ve ‘sanal alem’ ile pekiştirirsek ortaya çıkacak olan acı gerçek ebedi hayat olur! Yani ahret. İster inanalım ister inanmayalım şu içinde yaşadığımız dünya nasıl bir gerçek ise ahret de acı bir gerçektir. Dünya sadece ahretin bir tarlasıdır. Bu dünyada ne ekersek ahrette de onu biçeceğiz. Acaba kaçımız bu acı gereğin farkındayız?!
Şimdi sorun kendinize; dünyada her şeyin bir çaresi var ama neden ölüme çare bulunamıyor?! Ya da insanın yaratıldığı günden bu yana ölüp de dünyaya gelen olmuş mudur?! Öldüktens sonra dünyaya yeniden gelip de geldikleri yerden haber veren olmuş mu hiç?! Şayet insan öleceği günü ve saatini bilseydi ne yapardı?! Elbet ki çıldırırdı..! Dünyayı sevdiği kadar ahreti niçin sevmiyor insan?! Veya neden ahretten bihaber?!
Dünyanın tapusunu verseler de, dünyanın bütün güzelliklerini yaşatsalar da, dünyanın en popüler insanı yapsalar da bir gün gelip ölüm kapımızı çalacığını niçin düşünemiyoruz?! Kurtuluş yok ölümden! Kurtuluş yok Azrail’den! Kurtuluş yok öteye/ahrete göçmekten! O halde niçin yarın öleceğimizin bilinci içinde yaşamıyoruz. Neden hiç ölmeyecekmiş gibi dünya sevdası ile hayat sürüyoruz?!
Soruyorum, ölümü kaçımız seviyor? Ölümü kaçımız her gün düşünüyor? Ölüme kaçımız hazır? Alacağımız cevap koskoca bir hiç! Yokluk içinde varlık, varlık içinde yokluk! Nasıl var olduysak öylece de yok olacağız! Yok olurken neden yeniden var olacağımız (yeniden dirileceğimiz) bilinci içinde yaşamıyoruz?!
İnanmanın dayanılmaz gerçeğini yaşamak var iken niçin inançsızlığın dayanılmaz karanlık atmosferinde soluklanıyoruz?! İnandığımız halde niçin inandığımız gibi yaşayamıyoruz?! İnanmadığımızı da itiraf edecek gücümüz yok! O halde nedendir bu fütursuz ve sorumsuz yaşam?!
Yaşarken neden dünyayı kendimize zehir ediyor ve ebedi hayatımızı mahvediyoruz?! Neden varolmanın dayanılmaz kapısını çalıp Yüce Yaratan’a sığınmıyoruz?! Neden Yüce Yaratıcı ve ahret gerçeğini ruhumuzu derinliklerinde hissedemiyoruz?! Neden iki arada bir derede bocalayarak dünya ve ahret arasında gidip-geliyoruz?! Ve kısacık ömrümüzü kendimize zindan ediyoruz?!
Evet, neden?! Tüm ‘nedenler’ üzerinde tefekkür edip de ebedi hayatın varlığını derinlemesine sindiremiyoruz?!
Dünya kadar malımız olsa da, bir o kadar çoluk-çoğumuz olsa da, dünyanın efendisi/lideri olarak bütün güçler elimizde olsa da ölüm maalesef acı bir gerçek! Ve ölümden kaçış yok! Ölüm elbet ki gelip bizi bulacak. Neden ölüme kafa tutup da dünyada ebedi yaşayamıyoruz?! Bilim, teknoloji ve modern yaşam bütün umutlarımızı toz-pembe hayallerle süslerken ölüme neden bir çare bulunamıyor?! Yaşamın bütün gizemli sırları çözülürken ölümün sırrı niçin çözülemiyor?! Evet, neden ölüme meydan okuyamıyoruz?!
Para, mal-mülk, şan-şöhret ve aşk hayatımız her alanını kaplamışken ölümü her zaman düşünmeye zaman ayıramıyoruz?! Bütün dinlerin buluştuğu ortak nokta ölüm iken ölümden niçin hep kaçıyoruz. Hatta ve hatta İslâm diğer üç dinin, Hz. Muhammet (s.a.v) diğer üç büyük peygamberin, Kur’an diğer üç kitabın ‘tamamlayıcısı’ iken ve gerçek hak din, gerçek peygamber ve gerçek kitap bizde iken neden bunların değerini bilip de hakikatten, doğrudan, tüm güzelliklerden uzak duruyoruz?!
Batı (gizliden gizliye) doğuya hayran iken biz neden batıya özeniyoruz?! Batı İslâm’ı araştırıp tüm nimetlerinde faydalanırken biz neden batının yozlaşmış yaşam tarzını ve fikrini baş tacı ediyoruz?! Dünyaca ünlü boksör Muhammet Ali, dünyaca ünlü Fransız düşünür Roger Garaudy, dünyaca ünlü İngiliz pop sanatçısı (müzisyen) Cat Stevens (Yusuf İslâm) ve daha birçok ünlüler, siyasetçiler, sanatçılar, aydınlar akın akın İslâm’a koşarken biz neden İslâm’dan kaçıyoruz?! En güzel din, en güzel ahlak, en güzel yaşam tarzı bizde iken, biz neden tedavülden kaldırılmış dinlere, yozlaşmış ahlak ve yaşam tarzlarına özeniyoruz?!
Devlet olarak binlerce yıldır sürüp gelen bir geleneğe, millet olarak binlerce yıllık bir tarihe/geçmişe sahip iken, biz neden birkaç yüzyıl öncesinin felsefi, ahlaki, siyasi ve kültürel düşünce ve dünya görüşlerinin akıntısına kapılarak kendi özümüze ve kendi sözümüze ihanet edip hem dünya hem de ahret hayatımızı zindan ediyoruz?!
Kendi öp-öz inançlarımız, tarihimiz, kültürümüz ve güzel geleneklerimiz dururken neden hep batıya veya bizden olmayanların tarihine, kültürüne ve kokuşmuş geleneklerine özenerek gerçek benliğimizden, varlığımızdan ve yaşam tarzımızdan uzaklaşıyoruz?!
Devlet ve millet olarak yüzlerce yıl dünyaya hükmetmiş bir neslin torunları iken, bugün emperyalist küresel güçlerin egemenliği altında kul ve köle olarak yaşamakta inat ediyoruz?! Evet, neden?! Nerede hata/yanlış yaptık ve nerede inançlarımızdan, tarihimizden, kültürümüzden, ahlakımızdan saptık?!
İşte bütün bu soruların cevabını veremiyorsak eğer, var bizde bir eksiklik, var bizde bir yanlışlık, var bizde bir hata diyorum. Peki, devlet ve millet olarak neden bu eksiklikleri, bu yanlışlıkları ve bu hataları düzelterek DOSDOĞRU bir yol aramıyoruz kendimize?! Neden hala yanlış bir yolda ısrar ederek toz-pembe hayaller içinde maddeci bir zihniyetin kulu-kölesi olarak ebedi hayatımızı karartıyoruz?! Neden içimizdeki karanlığı yok edecek, umutsuzluklarımızı umuda dönüştürecek, yarınlarımızı aydınlatacak bir GÜNEŞ var iken niçin KARANLIKTA yaşamakta hala ısrar ediyoruz?!
|