“Hoşlanmak”tan, “Sevgi”den ve “Aşk”tan söz ettik; anlattık. Bazılarınız da; “Şu ‘sevda’ dedikleri de ne oluyor? Ne demektir? Ne anlamak gerekir?..” diye sormakta...
Haklılar; haklısınız. Yazalım yazmasına da; savaş çığırtkanlarının kol gezdiği, ikiyüzlülüğün geometrik hızla çoğalıp, itibar gördüğü bir ülkede, “sevda” üzerine yazı yazmak, ne denli yakışık alır? Bilemiyoruz…
Bilenlerin suskun, bilmeyenlerin sınırsız söz hakkı kullandığı bir ülkede, bundan cesaret alıp yazmaya karar verdik; buyurun Sevda Sohbeti’ne…
“Hoşlanma” ve “Sevgi”, her konuda ve her şeye karşı duyulabilir. “Aşk”ta ise durum biraz farklı ve tartışmalı galiba…
Biz Aşk’a, “Sevgi’nin marazi(hastalıklı) halidir” derken; Aşk Yazarı Sayın Mehmet Coşkundeniz; “Aşk’ta cinsellik vardır” demekte, katıldığı bir TV Programında…
Bu türden duygu ifade eden kavramlar üzerinde farklı tanımların yapılmasını yadırgamamak gerek. Duygu, bir “Gönül” ürünü olduğu ve de Gönül’ün de “ot’a da, bok’a da konma” gibi bir kusuru(!) olduğuna göre, sohbetin rotasını şaşırma olasılığımız da yüksek demektir. Ama biz, direksiyona sıkı sarılırcasına, kaleme “muhkem” sarılıp, kazasız belasız(!) bu yolculuğu güvenli bir limanda bitirmek “azim ve kararlılığındayız”…
Biz lafı sakızlamadan, yine aşk aşamasından devam edelim yolculuğumuza…
Her aşk, bir yaman öyküdür yakından bakıldığında. Nice aşk öyküleri okumuş ve dinlemiş veya filmlerde izlemişsinizdir eminiz. Yüreğinizin kabardığı, gözlerinizin buğulandığı anlar az değildir… Bu öykülerin kahramanları bellidir ve asla yıllar yılı da unutulmazdırlar. Yazılı olanların Yazar’ı da bellidir; filme aktarılmışsa Yönetmen’i de… “Selvi boylum, al yazmalım” filmi, iyi bir örnektir söylediklerimize…
Sizi bilemeyiz ama biz, Rahmetli Fakir Baykurt’un “Yılanların Öcü” romanını da bir aşk romanı olarak algılayarak okuduk…
Toparlarsak; yaşayanları da yaşanmışı yazanları da bilinen unutulmaz aşk öykülerinin bazıları asırlar boyunca dilden dile, kulaktan kulağa aktarılmış, efsaneye dönüştürülmüşlerdir…
İşte, efsaneleşebilen aşkların, halk indinde anonime düşmüş halidir; şu “sevda” dedikleri şey…
Efsanenin kahramanları asla unutulmazlar ama efsanenin anlatıcıları, aktarıcıları, yazanları artık bilinmez olmuşlardır. Bu, “sevda”yı “aşk”tan ayıran en temel özelliktir…
Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre’yi bilmeyen var mıdır bu topraklarda?..
Ferhat’ın Şirin’e olan sevgisi değildir bu aşkı asırlardan asırlara aktarılmasına sebep; Ferhat’a dağları deldiren Şirin’e olan tutkudur, tutku...
Aşk, kişisel arzu ve tutkuyla yaratılıp yaşanabilen bir şey…
“Sevda”, halk indinde moral değerler yaratabilme özelliğiyle efsaneleşen; saygıyı hak eden bir duygunun ifadesidir…
Anadolu ki; nice aşkların beşiği, anavatanıdır. Nice efsaneleşmiş aşklara, sevda türkülerine kaynaklık etmiştir; bu uçsuz bucaksız Anadolu toprakları…
Kara bulutların Anadolu üzerinde dolaştığı bugünlerde, “sevda” üzerine yazı yazmanın hoyratlığını, umuda sevdalı insanlarımızın hoşgörüsüyle kundaklayarak noktalayalım bu haftaki bu yazımızı…
Sevda, bir amaca vakfedilişin, halk nezdinde anonimleşmiş değerler bütünüdür…
Sevda, bir tercih sonucu oluşmaz; bir yaşamsal zorunluluğun ürünüdür…
Sevda, hesapsız-kitapsız evrensel bir sevginin, efsaneleşmiş halidir…
Aşk, sevginin “marazi” hali ise eğer; sevda, zırdeliliğin mızrak ucudur…
Anlatabildik mi bilemem; Ey efsaneler yatağı Güzel Anadolu’muzun mahzun, mazlum, yalnız ve sevdalı insanları?..
Efece haber Gazetesi / 08 Ekim 2012 Pazartesi – Süleyman Duman
|