Korku, insanoğluna has ve insanoğlunun kendi varlığının farkına varmasıyla birlikte var olup gelişen bir duygu…
Var olması ile ilgili bir şey söylemeye gerek yok…
Gelişme sürecine ilişkin söylenmesi gereken çok şey var ama…
Korku; insanoğlunun akıl, bilgi, enerji ve yeti sınırının üstünde bir güç karşısında, kendi varlığını riskte hissetme duygusundan başka bir şey değildir. Bu duygudur ki; önce kendi varlığını koruma güdüsüyle tepki verirken, sonrasında varlığını sürdürmeyi güvenceye alabilmek için saldırganlığı da beraberinde taşır…
Tüm bu söylediklerimiz, kişiye bağlı ve kişi merkezli gelişen korkunun, iki zıt yönlü boyutunu gösterir…
Korkunun olumlu boyutta gelişimi, en başta kişinin yaşadığı doğal ve sosyal çevre koşullarına bağlıdır. İkincisi; aile içinden başlayarak, eğitim sürecinde bireyin aldığı bilgi ve toplumsal ilişki ve iletişimde görüp-yaşadığı sevgi ve anlayışçı tavır ve davranışların, hâkimiyet oranıyla doğru orantılıdır…
Korku duygusunu tanımayan ve taşımayan insan yoktur. Bu gerçeğin abartılı çarpıtmalarına kulak asmamak gerek. Ancak, korkusunu akıl, bilgi ve iradesiyle sağlıklı yönlendirebilmek olanaklıdır. Buna da “korkusuzluk” denemez; denilmemelidir. Deniliyorsa da doğru değildir; abartılmış ya da çarpıtılmış ifadelerdir…
Korku; insanoğluna karşı en çok kullanılan araçlardan birisidir. Özellikle “Yönetenler” tarafından kitlelere karşı kullanılan ilk araçtır denilebilir…
Neden böyledir?..
Çünkü maliyetsiz veya düşük maliyetlidir…
Her konuda ve her alanda kullanılmaya uygundur…
Kullanımı kolaydır…
Kullanılana karşı etkin olduğunda, etkilenen(korkan) kendisi zarar görürken, etkileyene(korkutan) karşı (kendisini koruma konusunda, uyardığı ve yardımcı olduğu inancıyla) minnet duygusu gelişir…
Etkileyen ise amacına kolay, düşük maliyetli erişirken, aynı zamanda etkilenen kitleler gözünde otoritesini artırmış olur. Özetle; kolay yönetmeye başlar. Yönetirken karşılaştığı her zorlukta işin kolayına kaçar; keyfi tavır, davranış ve kararlardan medet ummaya başlar, hileli yol ve yöntemlere başvurur…
Böylesi olumsuz bir sürece giren toplumlarda, olumsuzluklar olumsuzlukları beslemeye başlar. Süreç içinde “korkan” da “korkutan” da “korkunun esirleri” haline dönüşürler. Korkan korkusunu, korkutanın söylem ve eylemlerini kanıt olarak ileri sürerken; korkutan da kendi haklılığını, korkanların davranışlarıyla kanıtlamaya çabalar. Bu süreç, her iki taraf için de dönüşü olmayan ölümcül bir yok oluşa doğru yol alır…
Yok oluşu hazırlayan faktörlere gelince…
Sevgi ve anlayışçı davranışların hâkim olduğu ortamlarda yetişen kişiler, “korkudan korkmak” yerine, korkularının olumsuz etkilerinden akıl, bilgi ve iradeleriyle kurtulmanın yolunu bulabilirler; sonunda bulurlar da… Bu nokta, “cehaletin sınır noktası”dır ve bu sınır noktası aşıldıktan sonrası “korku”nun da, “Korkan”ın da, “Korkutan”ın da yok oluşu demektir. Yani; Korkunun kuluçkadaki yumurtaları, cılk çıkar her daim…
Ya bundan da sonrası?..
Yaşama sevincidir; hem de ölümüne…
Aynen şu şiirde söylendiği gibi:
SINIRDAKİNE
Güneş, dirsek dayamış dağlara
Ellerinin arasındadır başı,
Çıkmıyor hayalleri yolculuklara
Ve gerdeğe girmiyor umutları
Dipsiz kuyularda yol alırken bakışlar
Karşıya.
Suskun, komşu kayalarda keklikler
Kırık, kanatları bülbüllerin
Aslanlar, kafeslerinde esir
Oturmuş ki öylesine,
Tamtamları, korkunun
Göz bebeklerine.
Sanki uğur böceklerinin kanatlarındadır; umut
Gökyüzü çökmüş de tepesine, doğrulamaz
Dans eder gözleri Ağustos cehenneminde
Nanikler köşesinden akşamlar,
Utanmaz Felek’e.
Bilir ki; sabahı vardır her akşamın
Bilir, gün ortasında güneşin durmadığını
Çam ağaçlarının yarenliğidir
Akan zaman içinde tat veren
Yoldaşlığına.
Farkında bile değildir felsefesinin
Hayata dair ne varsa eğer
Kabulüdür yaşayıp, yaşayacağı.
Pabucu ters giydireceğinden
Emindir yedi ceddine gecelerin
Ölüm, sınırdakine sevdalıdır kapkara
O;
Ölümüne hayata...
ANKARA 08.Eylül.1998
Efece Haber Gazetesi / 07 Ocak 2013 – Süleyman Duman
|