Günlük yaşantıda hemen hemen kullanmayan insan yoktur; “güven” sözcüğünü. Kullanılmadık günün olduğunu da sanmayız. Öyle ki; toplumsal yaşamda oluşan kişiler arası ilişki ve iletişimin “su basmanı”dır denilebilir. Her şey, güven duygusu üzerinde temellenir yükselir ve şekillenir…
İnsanda güven duygusunu yaratan, besleyip biçimleyen ve yerli yerine oturtan etkenler nelerdir acaba?..
Başlayan bir iletişim olmadan, ilişkiden de söz edilemez kuşkusuz. İletişimin başlayabilmesi ise, tarafların duygu ve düşüncelerini net, anlaşılır biçimde ifade etmelerine; ayrıca bunu yaparlarken de taşıdıkları ve karşısındakine yansıttıkları içtenliğe ve düzeyine bağlıdır.
Bu aşamada kişisel görüntü ve ilk tavır ve davranışlardan oluşan verilerin, yetersizliği ortadadır. Hemen, tarafların bilgi ve deneyim birikimleri devreye girecek, başlatılmış olan iletişim sürdürülebilirlik kazanacaktır. Yetersizliğin söz konusu olduğu hallerde, doğaldır ki iletişim kopar…
Kimine güven duygusuyla yaklaşırken, kiminden de fersah fersah uzak durma sebebini ya da sebeplerini nasıl açıklayabiliriz?..
İşte az önce sözünü ettiğimiz iletişimin sürmesi ya da kopması durumu, tarafların birbirleri hakkında bilgi sahibi olma durumlarıyla da yakından ilgilidir. Bilgilenmelerin, doğrudan ya da dolaylı olup-olmaması da etki ve düzeyini belirlemede farklılıklar yaratacaktır…
Güven duygusunun oluşumunda, “zaman” faktörünün etkisi var mıdır?..
Kuşkusuz vardır. Başta iletişimin, ardından olası bir ilişkinin sürmesi, sürecin uzunluğu ile güven duygusunun sağlıklı gelişimi arasındaki bağın varlığı inkâr edilemez…
“Güven” kavramının, herkes için “harc-ı alem” kullanım kolaylığının yarattığı sakınca ve sıkıntılar üzerine, kafa yormak gerekmez mi?..
Kavramlar, yaşamı anlamaya ve anlatmaya yardımcı olurlar ama yaşamın gerçeği ile kavramlar arasındaki farklılığı göz ardı etmemek gerekir. Tersi bir durum, abartılmış özgüven, gerçekle örtüşmeyen bir algı yaratır ki; değil güven, ilişkinin kopması bir yana, iletişimin bile yerinde yeller esecektir…
Kavramların soyut şeyler olması, değersiz ve önemsiz olduğu anlamına gelmez; gelmemelidir de. Çünkü “Piyasa Ekonomileri”nin hâkim olduğu bir toplumsal yaşamda, bir şeyin “değer” ve “önem”i, karşıladığı ihtiyaca göre belirlendiğinden, soyut ya da nesnel olmasının bu çerçevede bir anlamı olmaz. Güven kavramının kullanımı konusunda, “herkes için ‘harc-ı alem’ kullanım kolaylığı”nın yarattığı tüm bu sakınca ve sıkıntılarının çıkışına kaynaklık eden alan burasıdır. Dahası ve en kötüsü; bu alan, vicdan ve cesaret duygularını da yutar, sıfırlar…
“Güven”in olmadığı yerde, “düzen”in de kurulamaması; kurulu olanın bozulması ve bunun sonuçları hakkında neler söylenebilir acaba?..
Güven duygusu, tüm duygu ve düşüncelerin temelidir. Nesnel varlıklar, zenginliğin en belirgin, en ciddi kanıtlarıdır belki ama, o nesnel varlıkların anlam ve değer kazanmasını sağlayanlar da insanlardır. Duygusal ve sosyal bir varlık olan insanın güven duygusu sağlıklı ve sağlam olmadığı sürece de hiçbir zenginliğin garantisinden söz edilemez…
Yer altı ve yer üstü kaynaklarının zenginliğine rağmen, açlık ve sefalet içinde yaşayan toplumlar; bu gerçeğin farkında olmadıkları için açlık ve sefalet içindedirler…
Özetle; “açlık ve sefalet”, bu toplumların akıl, mantık ve bilimi kullanmamalarının (ya da kullanamamalarının) “Faturası”dır…
Efece Haber Gazetesi / 14 Ocak 2013 Pazartesi – Süleyman Duman
|