Bir önceki yazımda “farkındalık”tan söz ederken, her birisi kitaplar dolusu izahat gerektiren çok geniş içerikli kavramlar kullandım. Bunları yazarken de, okuyucu algı seviyesinin benden de yüksek olduğunu varsaydım.
Algının seçiciliğini hesaba katmadığım için, doktora düzeyinde öğretimi olan bir yakınım, bana” “şimdi” yi; vurdumduymazlık, duyarsızlık, düşüncesizlik, vur patlasın çal oynasın hiçbir şeye aldırma, laylaylom… gibi anladığını iletti. Oysa tam tersi bir varoluş biçimidir.
Tasavvufi felsefede bu duruma,(“şimdi”nin gücüne) ihlâs, tevekkül, ölmeden ölmek, nefsi terbiye yaratana teslimiyet v.b derler…
Yazmaktaki en büyük amacım; insanların “varoluş” la ilgili düşünmelerine, araştırmalarına vesile olarak, insanlığı bilgi kirliliğinden arındırmak. Daha saf ve temiz bir dünya da kendimizi, kapasitemiz ölçüsünde doğru tanımlayarak konumlandırmak. “Öz”ümüzle barışık, olabildiğince mutlu, huzurlu var olabilmeye katkıda bulunabilmektir.
Okuduğum bir kitap ta “eşiği geçmek” olarak ta tanımlanan “Şimdi” de, yıllarca yaşamış biriyim. (Bu sıralar, zamanlar biraz karışsa da..)
Hani, ateş-sıcak çok yakınca bir yerimizi o sıcak artık serin bir rüzgâra dönüşür ya, buz gibi bir his duyarız ya, işte eşiği geçmekte öyle bir şey…
Önceki yazılarım da bahsettiğim gibi insan a dair her türlü yokluğu, kaygıyı mücadeleyi acıyı hasreti ve yalnızlığı yaşamış biri olarak eşiği geçtiğimi anladım. Öyle bir hal ki yaşamayanın anlaması mümkün değil. Sanki her an cennetteydim. İçimde hiç bitmeyen bir sevinç, coşku, heyecan, güven, huzur… Hasret yok, kaygı, korku, merak, sabırsızlık v.b. duygulardan eser yok. Dünyaya her an yeniden gelmişim gibi yaratılanlara hayretle sevgiyle hoşgörüyle bakış… Bu halde iken de, tasavvufi boyutun önerdiği ritüellerden gönlüme uyanlara yürekten inanıp uygulamaya da devam ediyordum.
Örneğin; Uzak doğu –batı felsefesini ve tün dinleri incelemiş biri olarak “namaz”ın en kapsamlı bir “derin düşünme” olduğuna, zihni susturup bizi “”şimdi”ye odakladığına, nötr olmaya, nefsimizi –ego muzu eğiterek tümel bilinçle,(”Allah-Hak”) yani Öz’ümüzle bağlantıya geçmemize aracılık ettiğine, uygulayarak inandım. Halen de devam ederim.
Örtünmenin enerji bedenimizi yalıtmak, elektro manyetik alanlarımızı korumak, (aura-nur) enerji kayıp-kazalarını (nazar gibi) önlemeye yönelik bir önlem olduğuna, aldığım çok yönlü “Evrensel Enerji” eğitim seminerleri de katkı da bulunmuştur. Örtünmek; özellikle de namaz da ki örtünme gerekliliği, düşünülmelidir… Örtünme, görüntüyle ilgili bir durum değildir öncelikle… Öyle olsaydı bütün din adamları başlarını özellikle de tepe şakralarını, (bıngıldaklarını) sadece “takke” ile örtmekle yetinmezlerdi…
Namaz, meditasyon veya yoga da; insan, gelmiş geçmiş gelecekle ilgili düşüncelerden arınarak dikkatini tam ve yoğun biçimde “şimdi” de bulundurduğunda her formun derinliğini, “Varlığı” hissedebilir.
Böylece varlığın farkındalığını kazanmak ve O hissetme idrakinde kalabilmek aydınlanmadır. Tam farkındalıktır…
Kesintisiz devam eden zihin faaliyeti bizi “An”ı yaşamaktan hissetmekten alıkoysa da, bir manzara seyrederken, sevdiğimizin yüzüne bakarken, (bitişik komşumun bir buçuk yaşındaki oğlu Mertle, bende saatlerce “şimdi” yi yaşayabiliyorum) an genişler, içine almaz mı bizi? Tüm varlığımızla “”an”da olup, var olan her şeyle bütünleşip, tutuklanmış gibi donup kalmaz mıyız?..
Şimdilik, “Şimdi” bu kadar…
|