Konuştuk…
“Ben kadere inanıyorum” dedi.
………..
Bu konuya devam edemedik. Yani, “sen neyi biliyorsun ve inanıyorsun? Diye soramadım.
Bu konu da bildiklerimi ve inandıklarımı; elimden geldiğince, kalemim döndüğünce köşemden paylaşmak istedim.
Kader nedir, ne değildir?
Her şeyin enerji ve kuvvet kaynağı, kâinatın kalbinin ALLAH olduğunu bilerek buna inanarak satırlarıma başlıyorum.
*
Öncelikle;
Zaman, mekân ve madde kavramlarını,
Boyutları,
Bing bang teorisini,
Durugörü,
Evrenin yaratılışı… v.b kavramları da dikkate alarak,
Bakışı- görüşü-algıyı beş duyuyla maddeyle sınırlamaksızın, sürekli öğrenmeye açık bir duruşla konuya yaklaşmalıyız.
Kaderin, büyük bir ilimle anlaşılabileceğini ben biliyorum.
Bir şeye inanmak demek; O’nu bilmek demektir…
Bilmediğin bir şeye nasıl inanırsın?
İnancın olmadığı yerde varsayım, tahmin, öngörü ve hislerden söz edilebilir…
*
Kader konusu din öğrtetisi içinde yer almış olup, (bilim dinden ayrı değildir) yalan-yanlış eksik bilgilerle çok çeşitli ve çelişkili inançlara yol açmıştır. Bu öğreti içinde kader, kaza kavramı inancı ile birlikte yer alır.
*
Kader'in akılla, inançla imanla ilgili yönleri olsa da,
Kelime anlamıyla; miktar, ölçü, muktedir olma/güç yetirme demektir.
Yani; her olan şey, bir plana, bir ölçüye, hesaba göre olmaktadır.
Allah-yaratıcı-tasarımcı: dünyalar, âlemler var olmadan önce milyarlarca varlık ve varoluş biçimleri için özellikle insanın evrensel gelişimi ve tekâmülünü sağlayan eğitim programları yazmış-yapmıştır.
İnsanın da istediğini yapabilir bir surette olmasını dilemiş ve öylece yaratmıştır..
Yaratan; hava, su, toprak, ateş yaratarak, bunlara birçok özellikler verip, değişmez kanunlarla diğerine ilişkilendireceğini, bunların da; fiziki kimyevi birçok kanun ve prensiplere bağlı olacağını dilemiş…
Örneğin;
Suyun yaratılışı Allah’ın iradesidir. Bu iradenin varoluşu, hayata yansıması Kader’dir.
Canlılar bu kader denizi içinde bulunur.
Su sıcağa maruz kalınca buharlaşacak, soğuğa çarpınca su olacak, kar-buz olacak..
Bir buğday, dokuz ayda başak verecek..
Bir insan, dokuz ayda doğuracak..
Bir nohut, doksan günde yetişecek..
Demir, hararette eriyecek..
Havasız kalan canlı, ölecek..
Gözü çıkan, görmeyecek..
Her şey, yerçekimi ile düşecek ..
Bütün bu oluşlar;
Mukavemet kanunları,
Hareket kanunları,
Kimyevi-fiziki kanunlar,
Astronomik kanunlar..v.s.
Hepsi kader çerçevesinde yaratıcının isteğidir ve bu kanunların ihlali de kaza kavramını doğurur...
Kanunlarla yaratılan her şeyin dayanıklılığı sınırı belirlenmiştir, bu da kaderdir.
Kanunların iyi ve fena tarafına maruz kalmak ise; insanın elindedir.
Bu, insanın kanunlara riayet edip etmemesiyle ilgilidir.
Tabiat kanunları maneviyat kanunlarıyla ilişkili çalışır..
Bu kanunlarda bir adalet ve ahlak prensibi hakimdir..
*
Örneğin;
Cesaret alçakgönüllülükle olmazsa, fenalık doğurur. Bu da bir kanundur.
"Ecel ne bir saat gecikir ne de bir saat evvel gelir" kader bilgisi "Tedavi olunuz tedbir alınız" dinsel öğüdü ile çelişmez şöyle ki: burada iki saat, bizim bildiğimiz saat değildir!
*
İnsanın doğuşu malum, ölümü meçhul…
Cesedin ölümü ile ruhun ölümü farklıdır..
Bilgimiz ve inancımız la söyleyebiliriz ki: Ruh ceset den çıkar, fakat ölmez..
Kâinat yok olduktan sonra, Allah tecelli edecek “Ben Allah’ım diyecek. İşte bu an ruhların ölümüdür.( Ayet)
Halk arasında bilinen “ecel-ömür süresi değişmez” bilgisi insan için değildir!
İnsanın ölümü ile ruh’un ceset ten ayrılması; kaderin çizdiği kaza anaforuna kapılmaktır.
Bu anafora kapılıp ölüm diye tarif edilen hal birçok ecel cinslerini ortaya çıkarmıştır…
Bu söylem de ki ömür; cesedin ölümüyle ilgili değil, ruh’un ölümüyle ilgilidir.
Tabiat-varoluş kanunları herkes için aynıdır…
|