“Allah’ın bildiği kuldan saklanmaz!”
Bu sözü anlamak varoluş sırrına dair bilgeliği gerektirir.
Dini bakış açısı ile bakarsak; tevhit-Allahın birliği- vahdeti vücut kavramlarını anlamalı…
Bilimsel bakmak istersek de, fark etmez aynı kapıya çıkar. Kuantum fizik- enerji formları- frekanslar, v.s. hakkında bilgilenip, “tabiatta her şey dengededir” kuramına vakıf olmalı. Bunları kavramak içinse; zihinsel ruhsal derinlik gerekir.
Bu ilmi seviye, sığ insanların ulaşabileceği bir seviye değildir.
Aydın bir kula cahiller işkence ediyorlar. O ise; Allah’a, onları affetmesi için yalvarıyor. “Allah’ım; onlar bilmiyorlar, bilseler yapmazlar, ne olur rabbim, onları affet!”diye…
Ben yaptım oldu! Diyebilirsin. (Çaldım, vurdum, kovdum, sürdüm, öldürdüm, söyledim, taciz-tecavüz-ihanet ettim, v.s.)
Kimse görmedi, duymadı, (Sen öyle san! Koca cahil!)
O bunu saklar, ondan zarar gelmez,
Ben her tedbirimi aldım,
Onu kimse savunamaz, koruyamaz, ben daha güçlüyüm, mevkiim, makamım, param, v.s. var,
Beni ifşa etmez, edemez,
Ateş olsa; cürümü kadar yer yakar… Diyebilirsin ( Amaç sadece yakmak olsa; senin gibilerin anladığı dilde nasıl yakar, görürdün! )
“Zalimin zulmü varsa sevenin Allah’ı var” ne demek kavramaya başladıysan doğru yoldasın sevgili okurum.
Birde; “Alma mazlumun ahını çıkar aheste, aheste.” Söyleminden doktora tezi hazırlamalı, yukarıdaki minik hatırlatmalar ışığında…
Sen kendini bilseydin, karşındakinin de ne olduğunu, kim olabileceğini, gücünün-enerjisinin yaratılış ve varoluş kurallarına göre işlediğini anlardın! Yani dengenin, ilahi adaletin farkındalığına erişirdin…
Kişi nefsinden geçerse –egosunu aşarsa; hakkın nuruyla nurlanır. Allahın sıfatlarıyla varlık gösterirmiş.
Dönüp bakmıyorsun ki! Hayatına, vücuduna, sıhhatine, eşine, işine, huzuruna, neşene, çoluğuna, çocuğuna..
Çook akıllı olduğunu düşünüyorken; Allah sana sağlıksız evlatlar, midesini ve dışını dolduran eş, kardeş, küçük hesaplar yapan asla sırtını dönemeyeceğin arkadaşlar v.s verir de sen hala bunun nedeninin anlamazsın!
“Ben kendi istediğime bakarım!” diyerek yaşamanın bedelini ödüyorsun, ödeyeceksin de…
Şimdi, sırası gelen birinden söz edeceğim.
1997 yılıydı. Rahmetli eşimin ve benim idari davalarım vardı. Tıkandığımız bir aşamada; “avukat bir arkadaşım var, taaa Harbiye’den, hem de eski milletvekili çok tecrübelidir, onu ziyaret edelim, yardım isteyelim.” dedi.
Bu arkadaşı, Kumrular sokakta ki bürosunda ziyaret ettik. Kendileriyle ilk defa tanıştırıldım.
Vekâlet verdik.
İkinci ziyaretim, Sadece bir evrak alışverişi içindi. Yalnız gitmiştim.
Çay teklifini reddetmedim, ancak; arkasından yemek teklifi de geldi…
Bunun sıradan medeni bir dostluk yemeği olmadığını anlayacak kadar duyarlı, medeni ve zeki biriyim.
Kendilerine teşekkür ederek; “tabii neden olmasın eşlerimizle birlikte iyi olur.” Dedim.
Bunu eşime niye söyleyeyim ki o zaman. Sadece bazı arkadaşlarının güvenilmez olduğunu söyledim.
Dava, kaybedildi…
Eşim vefat edeli onbir yıl oldu.
Neyse; geçen hafta onlarca gazetecinin ve basın mensuplarının olduğu bir ofiste iş görüşmesindeydim., yazar bir arkadaşım bu şahıs hakkında konuşuyordu ve övgüyle bahsediyordu..
Sırası gelmişti. Ben de; “ O mu? O kanaatimce göründüğünün aksine güvenilmez, fırsatçının, hain’in… Aptalın tekidir.” Dedim.
Tüm basın mensupları önünde onlarca arkadaşının nezdinde aslında nasıl biri olduğunu esprilerle ifade ettim. “Sakın eşinizi götürmeyin…” dedim.
Bu bir tesadüf değil. İlahi adalettir.
O zaman ne kadar gücenmiş, üzülmüştüm.
Şimdilik bu kadar, hepsine sıra gelecek…
Dostluğunu ispat edemeyen gafil;
Seninde sıran gelecek!
|