Hep aklarız!
Önce kendimizi…
Değerli bulduğumuz herkesi…
Affetmek büyüklüktür, sağlıktır, veliliktir diye biliriz ya!
Affetme süreci gönülde aklama ile başlar gerçekte. (Gönül, Allahın evidir! Orada hileye yer yoktur!
Peki; Kimi, niçin, ne zaman, neden, nasıl aklarız?
Zor bir süreçtir bu! Ego baskındır…
Özeleştiri ve tarafsızlık gerektiren bu süreçte sağlıklı neticelere varmak; her yiğidin harcı değildir…
Bilinç ve farkındalık düzeyimizle orantılıdır aklama ve aklanma halleri.
Tüm bu aklama çabaları kendi öz saygımızı yitirmemek adınadır aslında…
Çevrenize baktığımızda; herkes saygıdan söz eder…
Ağızlarda çiklet olmuştur “önce saygı!”söylemi.
Ahlak anlayışı gibi, saygı da da farklı algılamalar ve yaşama uyarlamalar vardır, insandan insana...
Bu farklılıklar öylesine hat safhadadır ki, bazı kişiler; yaptıklarının ahlaksızlık olduğunu bile bile yapmayı ve bunu gizlemeyi, yalanı, saygı olarak adlandırabilmektedirler.
Örneğin; devleti aldatır, vergi kaçırır, ormanı yağmalar, iş kurar, zengin olurlar…
Çevreden saygı görürler! Görmezler mi?
Eşlerini; sayısını ve isimlerini bile hatırlayamadığı kadar kişi ile aldattığını söyleyip, sonrada eşi ile sarmaş dolaş pozlar verip, mutlu aile tablosu sergileyerek saygınlığını pekiştirirler…
Çocuklar ve yakın çevre ise paranın getirdiği doyumla, “harika ailem, ne güzel eğlendik, çok yakıştık…” diye yalakalık yaparlar birbirlerine oradan buradan…
Bu tür insanlar sözde, öyle güzel aklarlar ki kendilerini;
Vergi kaçırmayı kar etmek ve ticari yaşamında ayakta kalmak adına,
Eşini aldatmayı hislerin bitişine, aile birliğinin çocuklar için devam etmesi gerekliliğine inanarak, yalan-dolanla çevresini de buna inandırmaya çalışarak yaşamaya alıştıklarından:
Kendilerini vicdanen aklamak adına çok mazeretleri vardır onların.
Haklıdırlar kendilerince...
Amma aklayamazlar ki gerçekte…
Bilinçaltları suçluluk duyguları ile dolu olduğundan; ufacık bir eleştiride, derhal savunmaya geçerler ve arkadaşlık, dostluk hepsi o an biter…(hiçbir zaman kendilerine bile dost olamadıklarının farkına varmazlar bu cinsler.)
Bilinçaltı dediğimiz olgu vardır ya! İşte O, ilahi dengedir… Ondan kimse kaçamaz…
O; son nefeste önce bilinçlerinden deşarj olmak üzere programlanmıştır. (küçük kıyamet…)
Neticede Kendisini aklayamaz örnekteki failler…
Bizim için değerlidir ya bu failler! Mutsuzluğunu, huzursuzluğunu hayattaki figüran gibi duruşunu izler acırız haline, zavallılığına...
Aklama çabasını bu sefer biz devralırız sevgi ve merhamet adına…
Başlarız; psikolojik, sosyolojik, ekonomik..v.s tahlile.. taaa çocukluğunda yaşadığı travmalardan, annesiz – babasız büyüdünden, gerektiği kadar ilgi ve saygı görmediğinden… Dengi olmayan biri ile evlendirildiğinden… Özürlü çocukları olduğundan… Zor ve stresli bir yaşamından… v.s. nedenlerle, samimiyetsizliğinin nedenlerini anlamlandırıp, aklamaya çalışırız da; Aklanabilir mi?
Biz akladığımızı zannet sekte, onlar kendilerini Öz de aklayamamışlardı ki!
Aklayamayacaklardır! Yaratılış ve yaratan kuralları gereği…
İlahi program,( Tabiat kuralları _Doğa kanunları…) dev kompüter- Levhi mahfuz – kara kutu yaşamdaki her şeyi kaydeder… Kâinatta her şey dengede olduğundan haksız çabalar nafiledir… Farkındalık yoksunluğudur…
Aklanmışlığın ölçüsü huzurdur …neşedir..
Huzur varsa, korku, kaygı yoksa aklanma gerçekleşmiştir…
Aklanmışızdır…
Aklamışızdır…
Ap-ak bir yaşam- varoluş dileğiyle…
|